Yarım Asırlık Lezzet Durağı;
Vonalı Celal

Eşsiz deniz manzarasına doğru merdivenlerinden inerken mutlu insanların güler yüzleri ile karşılıyor Vonalı Celal sizi. El yapımı turşular iştahınızı açarken, neredeyse evcilleşmişçesine insana yakın duran martılar ruhunuzu besliyor. 50 yıllık varlığı, değişmeyen lezzetleri ile tanınan mekan ve güler yüzlü işletmecisi, değil uğramak için yolunuzu uzatmaya hatta rota olarak belirlemeye; hayata bir hoşluk katmaya değer.

Bu sayımızda rotamız Ordu sahil yolunda keyifli bir mekan; Vonalı Celal… Bölgede birçok kişi tanır Vonalı’yı da Perşembe’de denizin hemen üzerinde yer alan keyifli mekanını da. Salaş atmosferi ile büyüleyici bir etki sunan restoran, yemeklerinden turşularına kadar da lezzet ziyafeti vadeder. O eşsiz deniz manzarasına doğru merdivenlerinden inerken mutlu insanların güler yüzleri ile karşılar mekan sizi. El yapımı turşular iştahınızı açarken, neredeyse evcilleşmişçesine insana yakın duran martılar ruhunuzu besler.

Vonalı Celal birçok gurme, yazar, gazeteciyi ağırlamış, lezzetleri ile birçok yayının sayfalarında hak ettiği yeri almış. O kadar ki başka ülkelerden bile konukları oluyor, o kadar tanınan ve bilinen bir yer. Yerel lezzetleri ile otantik bir mekan da olan Vonalı, birçok yarışmada da ödül almış. Ustası ve işletmecisi Celal ustanın tabiri ile “ana elinden çıkmış gibi” her şey doğal, her şey lezzetli… 1974 yılında hizmet vermeye başlayan, neredeyse 50 yıla yaklaşan Vonalı Celal’in hikayesini, hoş sohbeti ile bizleri onurlandıran Vonalı Celal Amca’dan dinledik. Ve hikayeyi O’nun coşkusu ile araya girmeden yine O’nun ağzından, O’nun kelimeleri ile size aktarmak istedik…

Vona’da bugüne kadar kimler kimler yaşamış; Vikingler, Cenevizler, Kimriler, Kipriler, İskitler, Parslar, Macarlar ve en son giden Amazonlar. Zaten Vona ismi Macarlardan geliyor, ‘güllük gülistanlık gül bahçesi’ anlamında kullanılıyor.

Buyurun Vonalı Celal’in hikayesine:

İlkokulu Ramazan Bey İlkokulunda okudum. 1957 – 1958 yıllarında Perşembe ortaokulunda kurken Deniz Harp Okulunu kazandım. Ama o dönemde çok talihsiz bir olay yaşadım: Davetli olduğumuz düğünde 6 kişi bana çokunca (çullanınca), “delikanlı dayak yemez” ya, ben de bu söyleme uyarak elimdeki pergeli birine dürtüverdim. 97 gün cezaevinde yattım ve babam da beni cezalandırdı, bir daha köye gelip kimseyle dövüşmeyeyim diye bir yere kahveci çırağı olarak verdi. İşte öyküm böyle başladı…

Buzdolabım gaz yağı ile televizyon akü ile çalışıyordu

1966 yılında askere gittim. Askerliğimi bahriyeli olarak yaptım: İtalya, İspanya, Fransa, Napoli, Malta, Cebeli Tarık, Girit gibi birçok yeri görme fırsatım oldu; Karadeniz, Ege, Akdeniz komple gezdik. 36 ay askerlik yaptım. Malta’ya giderken Fransızların Marsilya Limanı’nda, bir koyda Perşembe’ye benzeyen bir yer gördüm. Atilla Paşa’ya, “Benim de böyle bir yerim var, teskeremi alınca yapacağım” dediğimde; bana “Hadi oradan Lazların aklı 12’den sonra çalışmaz” dedi. Ben de “12’den sonra aynı seviyeye geliyoruz komutanım dediğimde bana kızıyorsunuz” dedim. 46 sene sonra kendisini aradım, beni unutmamış, hemen hatırladı. Burayı 14 Mart 1974 yılında, 6 masa 24 sandalye ile açtım; buzdolabım gaz yağı, televizyon akü ile çalışıyordu. Salı akşamları kadınlar için film günü yapıyorduk, köyümüzün genç kızları, gelinleri toplanıyordu ve ben o akşam hiç müşteri almıyordum.

Burayı ilk açtığımda bana güldüler, buraya kim gelir diyordu herkes. Patika yollar açtık, ağaç yalpaklarından merdivenler yaptık. Ağacımı, taşımı Perşembe’de o dönem görev yapan komutanlarım bana yardım etmek için taşıdılar. Bana Vonalı lakabını takan da rahmetlik Celal Elçioğlu oldu. Düşünün buraya elektrik 1982’de geldi. Dişimizle tırnağımızla yaptık burayı. Kış oldu hasırdan yaptığımız restoranın dışını, soğuk olduğu için naylonla kapladık. Çirkin görününce üzerine bir kat daha hasır serdik. Soba yakmaya bile gerek kalmadı. Sağ olsun herkes bana yardım etti. Artık beni sevdiklerinden mi, acıdıklarından mı orasını bilemiyorumJ. Hiç şımarmadım ama sevildiğimi hep bildim. Burası topluma mal olan bir yer oldu; biz buranın sadece işletmeciliğini yapıyoruz. Müşteri buraya bilerek ve severek geliyor. Otoban yapıldıktan sonra bu güzergah nostaljik yolu olarak kaldı. İnsanlar da buraya o nostaljiyi yaşamaya geliyor.

Annemizden gördüğümüz gibi pişiriyoruz

Yöremizde yetişen; galdirik, melevcen, sakarca, hopalak, banak, hoşgıran ve daha nicesini kullanıyoruz yemeklerimizde. Doğal ortamında yetişen bu zenginliklerimizi tıpkı annelerimizden gördüğümüz usullerde pişiriyoruz. Zeytini bile ben kendim yapıyorum, kostik ya da paslı demir olmadan, sadece tuz ile… Yediriyorum, çekirdeğini de yutturuyorum. Atalarımızın yaşadıklarından, yaşanmışlıklarından biliyoruz zeytin çekirdeğinin vücut için çok faydalı olduğunu. Her şeyimiz çok doğal ve lezzetli. Zaten lezzeti de tamamen doğal olmasından geliyor. Mısır unum tereyağım, hepsini köyden, bildiğim ellerden temin ediyorum. Neler görüyoruz duyuyoruz; Karadeniz mısır unu diye satılan ürünlerin başka yerden getirilen mısırlara soya katılarak yapıldığını ve yerli ürün diye satıldığını biliyoruz.

Lahana çorbasını güzel yaparız, mevsiminde. Mısır ekmeğini çok güzel yaparız, küçük küçük…  Balığımız taze, turşumuz ana elinden. Öğmeç yaparız, deli balla, kuymak yaparız. Kuymak adı öz Türkçe’de yağlaktır aslında. İsmi Oğuz boylarından gelir. 68 kuşağının bir sözü var, “Ağzının yağlaçını sil, sen ne anlarsın o işten” diye. Eskiden mama yok, analarımız mısır unundan tereyağı ile mama yapardı. O zamanlar küçük kaşık da yok tabi, parmak ile yedirip bir eliyle de çocuğun ağzının kenarında kalan yağı siliyor. Oradan gelen bir isim. Biz her şeyin mevsiminde, doğal ve katkısız olmasına çok dikkat ediyoruz. Senede 180 teneke ayçiçek yağı kullanıyoruz, en kalitelisinden. Balık kızartırken bile tek sefer kullanıyorum yağı ben.

Özel olarak buraya gelmek için yolu uzatan, rotasını değiştiren misafirlerimiz, müdavimlerimiz var. Bizim lezzetlerimizi tattıktan sonra gidip de benden bir şeyler isteyenler olur, hiç ertelemem hemen gönderirim. Dünya tanıdı bizi. Yurtdışından da gruplarımız geliyor.

50 yıl zamanda buradan 38 kişi emekli oldu

Sevildik herkes sağ olsun. Birkaç ödülümüz de var naçizane. Akdeniz’de Dünya Uluslararası Meze Festivali’nde birinci olduk. O yörenin otlarını da buldum. Radika, acıkız, arapsaçı, turpotu, şevketi bostan, deniz börülcesi… Mesela deniz börülcesinin yapılışını izleye izleye öğrendim. İnsan sağlığına yarayan, doğanın bağrından gelen sebzeleri, otları bulup burada orijinal yapılışlarını bozmadan servis ediyoruz.

Açıldığından bugüne 50 yıl zaman geçti ve buradan 38 kişi emekli oldu. Bir kez gelen bizi bırakamıyor sağ olsunlar. Özel olarak buraya gelmek için yolu uzatan, rotasını değiştiren misafirlerimiz, müdavimlerimiz var. Bizim lezzetlerimizi tattıktan sonra gidip de benden bir şeyler isteyenler olur, hiç ertelemem hemen gönderirim. Dünya tanıdı bizi. Yurtdışından da gruplarımız geliyor. Yabancı dili Fransızca okumuştum ben. Fransız bir grubumuz vardı geçenlerde onlar geldiler yine, onlara şarkı söyledim, hep birlikte eğlendik, tempo tuttuk. Çok keyifliydi…

 

Bir de yumurta turşum vardır benim. Onun da bir hikayesi var, paylaşmak isterim: 1974 yılıydı Yunanlı bir grup, paskalya kutlamak için geldi. Benden 1.000 tane yumurta istediler; boya arıyorlar, yumurtayı haşlayacak tencere ayarlıyorlar. Bilmediğimiz bir kültür tabii. “Soyun soğanın kabuklarını” dedim, Cafer’e de dedim “Getir turşu tenceresini” … Bir sıra yumurta, bir sıra soğan kabuğu koyduk haşladık 1.000 tane yumurtayı. Hava muhalefetinden geldi mi sana 500 kişi, kaldı mı bana 500 yumurta. Ne yapalım ne yapalım, soyduk onları. Sirkeleri hazırladım, tuzunu, biberini sirkesini koydum, en üstüne de sızma zeytinyağı ekledim. Baktım müşterilerimizden biri sürekli bundan istiyor. İncelemeye bile geldiler. Sonra deneyenler de olmuş sanırım.

Burayı 14 Mart 1974 yılında, 6 masa 24 sandalye ile açtım; buzdolabım gaz yağı, televizyon akü ile çalışıyordu. Salı akşamları kadınlar için film günü yapıyorduk, köyümüzün genç kızları, gelinleri toplanıyordu ve ben o akşam hiç müşteri almıyordum.

Hayat bu… İyiyim, mutluyum. Oğullarım var, kızlarım var; hep birlikte çalışıyoruz. Çok şükür Allah’ıma. Gelen müşterilerim de çok kaliteli. Burada insanlar içkili restoran olunca biraz çekinirler ama bize oturmasını kalkmasını içmesini bilen müşteri gelir. Biz artık insan sarrafı olduk. Gelen müşterimizin halinden de anlarız. Mesela gelen talebelerimiz var. Bir ekşimiş turşu, balık yemesinler mi? Para almazsam biliyorum bir daha gelmezler, o nedenle ben onların harçlıkları kadar para alıyorum. Torunlarım var benim de okuyan, öğrenci halinden anlarız. Onların gönlünü hoş eylerim, yarın büyük adam olduklarına Vonalı Celal’i niye unutsunlar.

Karadeniz gezilip görülecek bir yer. İçinize sinen yerlerde yemek yemeniz lazım. Ben kendim yemediğim, yemeyeceğim şeyi asla yapmam, yaptırmam. Gurmeler, üniversiteler, hocalar, devlet erkanı; kimler kimler geldi Vonalı Celal’e…

Yaptın mı en iyisini yapacaksın. Biz de öyle yapıyoruz.