Bu sayımızda konuğumuz; yaşamı başlı başına bir başarı hikayesi olan Dışişleri Bakan Yardımcısı Yavuz Selim Kıran. Kabinede en genç bakan yardımcılığı görevini üstlenen Kıran, 1 Ocak 1985 yılında Ünye’de doğdu. Ortadoğu Teknik Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitiren Kıran, evli ve bir çocuk babası.
Henüz öğrenci iken çalışma hayatına atılan Kıran, stajyer olarak başladığı meslek yaşamında bugün “En Genç Bakan Yardımcısı” unvanına sahip. Söyleşimiz için bizleri makamında ağırladı; oldukça mütevazi, fazlaca misafirperver; sadece kendisi değil, ekibi de.
Keyifle geçen söyleşimizi, keyifle okuyacağınıza olan inancımızla…
İsterseniz öncelikle siyasetle başlayalım… Bugün Dışişleri Bakan Yardımcılığı kimliğinizle; dünya ülkelerinin ilişkileri açısından genel bir değerlendirme yapmanızı istesek neler söylersiniz? Bugün dünya nasıl bir noktada? Ve sizin hayalinizdeki dünya, nasıl bir dünya?
Öncelikle sizlere çok teşekkür ederim. Sizi Bakanlığımızda ağırlamak, Mooi Life gibi müstesna bir yayının bir parçası olmak benim için memnuniyet vesilesi. Dergi yayın hayatına başladığı günden beri takip ediyorum. Ünye’mizde böylesine güzel bir yayının ortaya çıkması, hazırlanması ve buna bizzat hemşehrilerimizin vesile olması gerçekten gurur verici. Bu çabanız için sizleri tebrik ediyorum.
Tabii bugün; Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde, Sayın Bakanımızın yönetiminde Türk dış politikasının temel dinamiklerini, önceliklerini, hedeflerini takip ediyoruz. Türkiye olarak dünyanın daha adil ve barışçıl bir düzene kavuşması için gerekli adımları atmak gibi bir sorumluluğumuz ve misyonumuz var. Bu misyonu bugün üstlenmiş durumdayız. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın “Dünya 5’ten büyüktür” iddiası ve bunu daha sonra “daha adil bir dünya mümkündür” hedefi ile desteklemesi bütün dünyada çok büyük karşılık bulan bir çağrıya dönüştü. Bu çağrının adresi de Türkiye Cumhuriyeti ve Sayın Cumhurbaşkanımız.
Peki Türkiye ve Sayın Cumhurbaşkanımız neden bu çağrının adresine ve odak noktasına oturdu? Çünkü Türkiye daha adil bir düzeni savunuyor. Karşımızda adaletsiz bir dünya düzeni var. BM Güvenlik Konseyi daimi üyelerinin dünyayı ve insanlığı temsil etme noktasında çok eksik ve geride kaldığını görüyoruz. Dünyanın ve insanlığın kaderinin BM Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesinden herhangi birinin iki dudağının arasına hapsedilmesini biz kabul edilebilir bulmuyoruz. Nitekim, bu dünya düzeni bugün Covid-19 ile birlikte insanlığın farkındalığını arttıran bir gerçekliğe dönüştü. Bu gerçeklik her geçen gün Türkiye’nin üzerindeki yükü ve sorumluluğu daha da arttırdı ve çok önemli bir noktaya getirdi. Bugün bu adaletsiz dünya düzeni içerisinde maalesef iki milyar insan çatışmalardan doğrudan etkileniyor. 80 milyon kişi yerlerinden edilmiş durumda. Her gün sınırımızda, yanı başımızda göçmen facialarına tanık oluyor, insanlığın nasıl bir zulüm ve şiddet sarmalında çırpındığını görüyoruz. Hiç şüphesiz biz bu gerçeğin farkındayız. “Tek bir kişinin dahi güvende olmadığı bir dünyada, hiç kimse güvende değildir.” Covid-19 salgınının ortaya çıkardığı sonuçlar bu gerçeği her geçen gün daha da yakından hissetmemize vesile oluyor. Dünyanın herhangi bir bölgesindeki bir istikrarsızlık, bir sorun mutlaka dünyanın diğer coğrafyalarındaki insanları ve ülkeleri de etkileme potansiyeline sahip. Küreselleşme denen olgu da böyle açıklanıyor. O yüzden bugün küresel sistemin daha adil bir eksene oturtulması bir zaruret ve Türkiye olarak buna öncülük etmekten gurur duyuyoruz.
Müşavirlikler, danışmanlıklar ve nihayetinde Dışişleri Bakan Yardımcılığı… Siyasi kimliğinizle yaşadığınız ya da karar almakta zorlandığınız bir süreç oldu mu? “Şu dönem çok zordu” diyeceğiniz bir döneminiz mesela…
Benim yaptığım her işte, yürüttüğüm her sorumlulukta temel bir ilkem var. Başınızı yastığa koyduğunuzda “Bugün ülkem için ne yaptım, Bakanlığım için ne yaptım?” diye kendinize sorarak uyuduğunuzda zaten o vicdan yükü ve muhasebesi sizi mutlaka doğru yöne kanalize ediyor. Attığınız her imzanın, aldığınız her kararın yerine getirdiğiniz her talimatın sorumluluğunu hissettiğiniz zaman açıkçası o zorluklar sizi daha güçlü kılıyor. Çok hassas bir görev icra ediyoruz. Bu titizliğe, hassasiyete ve ciddiyete sahip olduğunuz zaman o zorlukların sizi daha da güçlü kıldığını hissediyorsunuz.
Nihayetinde hangi pozisyonda olursanız olun, bir gün bu görevleri bırakacakmış hassasiyeti ve hazırlığı içerisinde olarak bu mesaiyi sürdürmek zorundasınız. Görevi bıraktıktan sonra da geride bıraktığınız o çalışmalar oluyor. Mutlaka aldığımız her kararın, attığımız her adımın, katıldığımız her toplantının ciddi zorlukları, ciddi mesuliyetleri var. Bu mesuliyetlerden korkmamak, sinmemek, en ufak bir miskinliğe düşmemek ve o toplantıdan ülkemiz ve insanlık adına hayırlı sonuçlar çıkarabilme çabası, bize bu zorlukların üstesinden gelme kuvveti veriyor. Her gün bu düşünceyle mesaiye başlıyor ve bu düşünceyle mesaimizi bitiriyoruz.
Başta üniversiteler olmak üzere birçok eğitim kurumuna ziyaretleriniz oluyor. Genç bir politikacı olarak günümüz gençlerinin dünya sorunlarına bakışını ya da siyasete ilgisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Onlara ne gibi önerileriniz olur?
Açıkçası ben kendimi hiçbir zaman belli pozisyonlarla veya makamlarla ilişkilendirmedim. Tabii şu anda bürokratik bir pozisyonda görev icra ediyoruz. Daha önce de milletvekili adayı olarak siyasetçi kimliğimle hemşehrilerimizin huzuruna çıktım. Ama kendimi asla herhangi bir pozisyonla veya unvanla ilişkilendirmedim. Şu anda en genç bakan yardımcısı ve iş hayatına genç yaşta dahil olmuş biri olarak genç arkadaşlarımda dünya meselelerine karşı çok ciddi bir farkındalık görüyorum. Bu çok güzel bir şey. Bu farkındalık özellikle ülke meselelerine karşı oldukça fazla. Bugün maalesef genç arkadaşlarımız Y kuşağı, Z kuşağı gibi kategorilere hapsedilerek, enerjileri ve birikimleri sanki sadece belirli alanlarla sınırlı gibi gösteriliyor. Belirli şablonlara hapsedilmeye çalışılıyorlar. Bu her şeyden önce genç arkadaşlarımıza çok büyük bir haksızlık. Biz sadece yarının dünyasında değil, bugünkü dünya düzeninde ve bugünün Türkiye’sinde de çok etkili izler bırakma potansiyeline sahip bir gençliğe sahibiz. Bununla da gurur duyuyoruz. Genç arkadaşlarımızın siyasete olan merakı konusunda bir veriye sahip değilim. Ama şunu rahatlıkla görebiliyorum: belirli bir ideoloji empozesinin gençlerimize tesir etmesi, bu ideolojik kalıplara hapsedilmesi asla düşünülemez. Genç arkadaşlarımızın ideolojik kalıpları, kategorik yaklaşımları reddettiği açık. Ama herhangi bir mesele söz konusu olduğunda gençlerin çok ciddi bir farkındalığı olduğunu ve o meseleleri çözme konusunda da çok ciddi bir duyarlılık gösterdiğini görüyoruz. Bu duyarlılık aslında Türkiye’nin geleceği için de çok büyük bir kazanım. Bu bakımdan gençlerimizin enerjisinden, birikiminden, vizyonundan, dinamizminden faydalanmak adına Türkiye’de çok güzel bir ekosistem ve bu ortamla birlikte de çok güzel imkanlar var.
Bugün dış politikada Türkiye’nin elini güçlendiren, sahada ve masada bizi güçlü kılan unsurlara baktığımızda da Türk gençliğinin çok ciddi katkısı olduğunu görüyoruz. Milli teknoloji hamlemizin ana ekseninde gençler var. Yine siyasetin, bürokrasinin, özel sektörün her kademesinde gençlerin çok aktif şekilde var olduğunu görüyoruz. Bu da aslında milli duyguları yüksek, maneviyatı güçlü, bu ülkeye ve bu ülkenin potansiyeline inanan gençlerimizin her alanda ülkesine ve milletine katkı sunmak için büyük bir gayret içerisinde olduğunu gösteriyor. Ülkemiz için çok büyük bir kazanım ve zenginlik.
Çocukluk ya da ilk gençlik yıllarınızda siyasetçi olacağınız aklınıza gelir miydi? Var mıydı böyle bir hayaliniz? Siyasetin hangi yönü sizi içine çekti?
Bir şey olmak değil, bir şey yapmak çok daha önemli. Ben hep bu anlayışta oldum. Siyasetin toplumsal meselelerin çözümünde çok ciddi katma değer üreten bir platform olduğunu gördüm. Milletimizin sorunlarını çözebilmek, ülkemize farklı projelerle farklı alanlarda hizmet edebilmek, katkı sunabilme imkanını yakalamak siyasetin sunduğu çok değerli bir imkan. Bu açıdan siyaseti çok önemsiyorum. Siyaset de esasen bu bakış açısıyla anlamlı. Aksi takdirde siyaset bir araç olmaktan çıkıp, amaca dönüşürse o zaman hiçbir katma değer de üretemez.
Bir birey olarak ben kendi temsil ettiğim vizyonla, karakterle toplumun karşısına çıkıp, bu kariyer yolculuğunda önüme çıkan fırsatları yine ülkeme ve milletime hizmet noktasında kullanmaya gayret ettim. O yüzden dün siyasetçiydim, milletvekili adayıydım, bugün bakan yardımcısıyım; daha önce de danışmanlık yaptım… Allah bana pek çok farklı kademede ülkeme hizmet etme şansını bahşetti. Bir şey olmak değil, bir şey yapmak istediğinizde hangi pozisyonda olursanız olun, mutlaka bulunduğunuz noktada faydalı işlerin içinde olursunuz.
“Hayal kurmak çok büyük bir zenginlik, çok büyük bir fırsat. Hele ki o hayallerinin peşinden koşacak bilince sahip olmak çok daha büyük bir meziyet.”
Siyasette aktif bir rol üstlenmeseydiniz, yapmak istediğiniz meslek ne olurdu? Ya da hayalini kurduğunuz bir uğraş var mıydı?
Herhangi bir mesleğe ve kariyere dair bir hayalim yoktu. Bunu olumsuz bir şey olarak söylemiyorum. Yani o hayali kurabilecek imkanlara çok sahip olamadık. Herkesin kendine ait koşulları var. Hep mecburiyetler üzerinden şekillenen bir kariyer yolculuğum oldu. Bu kıymetli bir şey aslında. Yaşadığı zorluklar insanı olgunlaştırıyor ve hayat mücadelesi içinde mecburi bir çabaya yönlendiriyor. Ama genç arkadaşlarımız bunu örnek almasınlar, mutlaka hayallerinin peşinden gitsinler. Hayal kurmak çok büyük bir zenginlik, çok büyük bir fırsat. Hele ki o hayallerinin peşinden koşacak bilince sahip olmak çok daha büyük bir meziyet. Dünyayı değiştiren, iz bırakan, topluma katkı sunan insanlara baktığımızda hepsinin ortak özelliği hayal kurup, hayallerinin peşinden gitmeleri. Fatih Sultan Mehmet hayal etmeseydi İstanbul’u alabilir miydi? Mümkün değil. O yüzden genç arkadaşlarımız mutlaka hayallerinin peşinden gitsinler, hayal kursunlar ve o hayalleri gerçekleştirecek gücün kendilerinde olduğunu unutmasınlar. Hepimizin zihin dünyamızda hayalleri var ve o hayalleri gerçekleştirecek irade dışarıda değil, kendi içimizde.
Ben hep o anlayışta oldum. Mecburiyetlerim üniversite hayatında beni çalışmaya zorladı. Bir stajyer olarak başladığım çalışma hayatı bakan yardımcılığına kadar getirdi. Pek çok öğrencinin stajyer olmak için başvurduğu programda, “seçilmişsem bunun hakkını vermeliyim” diye düşündüm hep. Bu staj sadece özgeçmişime yazacağım bir detay olmamalı, beni daha ileri taşıyacak, benim de katkı sunduğum bir alan olmalıydı. Danışmanlık, milletvekilliği adaylığı ya da bakan yardımcılığı hedeflenerek gelinecek pozisyonlar değil.
Bulunduğunuz yerde katma değer üretebilmeniz gerekir. Gerisi zaten kendiliğinden geliyor. O yüzden bir şey olmak değil, bir şey yapmak esastır.
Kızınızın da siyasetle ilgilenmesini arzu eder misiniz? Ya da onu gelecekte nerede görmek istersiniz?
Kızım henüz 8 yaşında, 2.sınıfa gidiyor. Zaman zaman sohbet ediyoruz kendisiyle. Son 2-3 yıldır benim işimin daha fazlası ile farkına varıyor; beni daha fazla göremediği için de şikayetçi. Ben asla kendisini yönlendirmiyorum ama okul sürecinde veya sosyal hayattaki reflekslerini, reaksiyonlarını takip etmeye çalışıyorum. İlgi duyduğu alanlarda ona babası olarak o imkanları sunmaya gayret ediyorum. Mesela dansa, müziğe karşı oldukça ilgili. Dans kursuna gitmesi ya da hangi enstrümana merakı varsa kendisini geliştirmesi için teşvik ediyorum. Resme ayrı bir ilgisi var. Bilişime çok ciddi bir merakı olduğunu görüyorum; bu beni mutlu ediyor. Az önce söylediğim gibi; kızımın şu veya bu meslekte olmasını değil, hangi alanda olursa olsun topluma katkı sunacak, mutlu olacağı bir iş yapmasını istiyorum. İleride hangi mesleği icra ederse etsin, o mesleği en iyi şekilde yapma kaygısında olması için şimdiden o bilinçle yetiştirmeye çalışıyorum.
“Dünya ölçeğinde Ordu’nun her anlamda tüm güzellikleri ile ön plana çıkacağı bir dönemi yaşayacağız.“
Peki Ünye’yi özlüyor musunuz? Özlüyorsanız hangi yönleri ile… Gelecek planlarınızın bir yerinde Ünye var mı?
Tabiki özlüyorum. Ordu’muzun her yeri ayrı güzel. Görevimiz gereği dünyanın her noktasını ziyaret ediyoruz. Dünyaya baktığım zaman Ordu’nun, Ordu’ya baktığım zaman Ünye’nin çok farklı bir yerde konumlandığını görüyorum. Önümüzdeki dönemde Ordu’muza çok ciddi bir akışın, dünyadan büyük bir yönelişin olacağını öngörüyorum. Dünya ölçeğinde Ordu’nun her anlamda tüm güzellikleri ile ön plana çıkacağı bir dönemi yaşayacağız. Ünye’nin de buna doğru hazırlanması çok önemli. İstediğimiz sıklıkta olmasa da farklı vesilelerle memleketimize gelme imkanımız oluyor. En çok sahilde yürümeyi özlüyorum. Ünye’ye geldiğimde yoğun koşturma içerisinde, programlarımız gece yarısı da bitse mutlaka Atatürk Parkı’ndan başlayıp Çamlık’a kadar, hatta ötesine mutlaka yürüyoruz. Sahilde yürümenin tadı bambaşka, insana çok başka ufuklar açıyor. Tabii mevsim ve zaman uygunsa, 100. Yıl’da dağ çilekli bir dondurma yemek ya da yürüyüş sonrası rehavete kapılıp, belki kilo almak pahasına da olsa, Çakırtepe’de pide yemek vazgeçilmezimiz.
“Ordu’yu görmek isteyen birçok büyükelçi, yabancı diplomat ve siyasetçi var. Ordu’yu çok beğeniyorlar ve merak ediyorlar. Her birini şehrimizde ağırlayacağız.”
Sizin Ordu’yu daha bilinir ve görünür kılma yönünde çalışmalarınız da oluyor…
Bunu her fırsatta yapmaya çalışıyorum, yapıyorum.
Büyükelçiler ya da mevkidaşlarımız her yeni yılda, yeni yıl tebriğiyle birlikte kendi ülkelerine ait küçük bir hediye gönderirler. Ben de bölgemizi daha yakından tanımaları için bütün yabancı büyükelçilere ve başkonsoloslara Ordu’muzun fındığını hediye ettim. Çok içten tebriklerini ve teşekkür mesajlarını aldım. İç fındık, tuzlu fındık, kavrulmuş fındık gibi çeşitli ikram ve hediyelerim oluyor. Bölgemizin bu lezzeti herkesin ilgisini çekiyor. Makamda ağırladığım ziyaretçilerime de mutlaka fındık ikram ediyorum. Masamda her zaman vazgeçilmez lezzettir fındık.
Kamboçya Büyükelçisi geldi geçenlerde. Hindistan Büyükelçisi de Ordu ziyareti sonrasında hediye edilen fındığı “mentionlayarak” sosyal medya hesabından Ordu’yu paylaştı. “Gastro diplomasi” artık dünyada ön plana çıkıyor. Biz de fındığımızla bu arenada olabiliriz. Elbette bununla da sınırlı değil Ordu’muzun güzellikleri.
Ordu’yu görmek isteyen birçok büyükelçi, yabancı diplomat ve siyasetçi var. Ordu’yu çok beğeniyorlar ve merak ediyorlar. Her birini şehrimizde ağırlayacağız.
En son Ünye’de Japonya’nın Ankara Büyükelçisini ağırladım. Ordu-Fatsa-Ünye turu yaptık. Malumunuz Japonya’da 5 bin vatandaşımız var. Bunların çoğu da Ordulu. Hatta Orduluların yoğun olarak yaşadığı Nagoya’da Başkonsolosluk açtık. Sayın Cumhurbaşkanımızın müjdesinin ardından kısa sürede hizmete başladı Başkonsolosluğumuz. Vatandaşlarımız da bu durumdan çok memnun kaldılar tabi.
Çok kritik ve önemli bir pozisyonda görev alan bir politikacı olarak kendinize ve ailenize yeteri kadar zaman ayırabiliyor musunuz? Yavuz Selim Kıran’ın herhangi bir günü nasıl geçiyor? Spor, sanatsal faaliyetler, sosyal aktiviteler, hobiler v.s. bu türden etkinliklere zaman yaratabiliyor musunuz?
Lise son sınıfa kadar farklı alanlarda spora çok meraklıydım. Hem futbol hem basketbol hem voleybol ilgi alanlarıma giriyordu. Okul takımlarında oynadım. Ünye Anadolu Lisesi’nin basketbol takımında daha uzun oynadım. Sonra üniversitenin 2. sınıfında staj programıyla kendimizi 7/24 işimize adadığımız bir süreç başladı. O süreçte hobilerimizi bir kenara bırakmak durumunda kaldık. En büyük hobim, aynı zamanda zevkim arkadaşlarımızla zaman buldukça biraraya gelip sohbet etmek.
Günlük yaşamda olmazsa olmazınız nedir?
Benim vazgeçilmezim çay. Hatta bu artık bağımlılığa dönüşmüş durumda.
Okuyucularımıza tavsiye edeceğiniz kitap, müzik, film önerileriniz olur mu?
Özellikle genç arkadaşlarımıza İlber Ortaylı’nın son dönemde yayınlanan “Bir Ömür Nasıl Yaşanır?” kitabını tavsiye ediyorum. İlber Ortaylı ülkemizin medarıiftiharı, dünyaya mal olmuş bir isim. Onun tecrübesi, hayatın her safhasına dokunan tavsiyeleri çok kıymetli.
Yine İlber Ortaylı’nın “Türklerin Tarihi” son dönemde yayınlanan çok güzel bir kaynak. Nereden geldiğimiz, nasıl bir millet olduğumuz ve bu milletin yapabilecekleri, kudretinin nerelere evrilebileceği İlber Hocamız tarafından bu kitapta çok güzel bir şekilde anlatılmış.
Diplomat olmak isteyen arkadaşlarımıza da özellikle buradan bir tavsiyemiz olsun. Yakup Kadri edebiyatımızın çok müstesna bir ismi olduğu gibi, aynı zamanda çok değerli bir diplomatımız. Onun “Zoraki Diplomat” isimli kitabı hem kendi anıları, hem de bir diplomatın hangi meziyetlere sahip olması gerektiği konusunda çok güzel bir kaynak niteliğinde.